Vuslat Saraçoğlu ile Son Filmi “Bildiğin Gibi Değil” Üzerine

Yönetmen son filmi “Bildiğin Gibi Değil’i Beyazperde’den Hande Kara’ya anlattı.

Beyazperde

Türk sinemasının ödüllü yönetmeni Vuslat Saraçoğlu, bu kez izleyiciyi hayatın sürprizleri ve gerçeklerin göreceliği üzerine düşündüren son filmi “Bildiğin Gibi Değil” ile beyaz perdede. 2018’de ilk uzun metraj filmi “Borç” ile İstanbul Film Festivali’nde en iyi film dalında Altın Lale’yi kazanarak büyük bir çıkış yapan Saraçoğlu, başrollerinde Serdar Orçin, Alican Yücesoy ve Hazal Türesan’ın yer aldığı yeni filmiyle de 43. İstanbul Film Festivali’nden “En İyi Senaryo” ve “Jüri Özel Ödülü” dahil olmak üzere dört ödülle ayrıldı.

Kariyeri boyunca farklı türlerde üretmeye devam eden isimle, bu titiz ve üretken duruşunu 10 Ekim’de vizyona girecek olan yeni filmi Bildiğin Gibi Değil’in ardındaki hikâyeyi ve sinema anlayışını konuştuk.

⁠Hande Kara: Bildiğin Gibi Değil fikri ilk olarak nasıl ortaya çıktı? Seni bu hikâyeyi anlatmaya yönlendiren şey neydi?

Vuslat Saraçoğlu: 2016’da tatilde arkadaşlarla oynadığımız bir oyunun ardından çıktı. Oyun şöyle: Ebe seçilen kişi ortamdan uzaklaşıyor, kalanlar bir karakter özelliği belirliyorlar: Dürüstlük, diğerkamlık, asabilik, pintilik vs… Ebe, kalanlara “Şu kişiye bu özellikte kaç puan verirsin?” diye sorarak o özelliği bulmaya çalışıyor: “Nihat Doğan’a kaç?” “Tansu Çiller’e?” “Annene?”, “Kendine?” “Bana?” gibi…

Arkadaşların içinde birbirleriyle kardeş olan üç kişi vardı. Ebeveynlerine şaşırtıcı derecede farklı puanlar verdiler. Bu durum beni filmin temellerini oluşturan düşüncelere götürdü: Kardeşler arasında yaşanan çoklu hafıza durumu, kimisi için birinin iyiliğinin diğeri için zalimlik anlamını taşıması, kimisi için on saniyelik bir zaman diliminin diğeri için on senelik bir yük barındırması… Bugüne katlanabilmek için geçmişin nasıl eğilip büküldüğü… Kısacası ortak bir geçmişe sahip olsalar da bambaşka geçmişler yaşamış olmaları…

Sonra kardeşlik denen girift yapıyı içerdiği aşk-nefret ilişkisiyle beraber resmetmeyi amaçladım. Bunun için hikayeyi belli bir sosyo-kültürel-ekonomik yapının içine oturtmam gerekiyordu. Bunlardan bana en aşina olanını seçtim. Üç kardeşli bir ailenin üyesi olduğum için de “üç” sayısında ısrar ettim.

Senaryonun oluşum sürecinde kişisel deneyimlerinin veya gözlemlerinin etkisi oldu mu?

Ben zaten film yazarken neredeyse yüzde yüze yakın gözlemlerimden ve araştırmalarımdan faydalanıyorum. Deneyimlerimden de faydalandığım oluyor elbette ama birebir deneyimlerimin yer aldığı örnekler az. Yine de şunu çok rahat söyleyebilirim: Her zaman mesele ettiğim, dert ettiğim, zihnimde sürekli dönen konuları anlatıyorum. Bunlardan biraz olsun kurtulup zihnimi boşaltabileyim diye…

Başa dön tuşu