“Tutmaktan Yorulanlar İçin: Holden Caulfield ve Çavdar Tarlası” – Edebiyat

Ayşe CAN yazdı…
Bazı kitaplar insanın hayatına tam zamanında girer. Bazılarıysa zamandan bağımsız, her okuyuşta başka bir yüzünü gösterir. J.D. Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar‘ı, benim için ikincisindendi. Her seferinde farklı bir yaşta, farklı bir ruh hâliyle okudum Holden Caulfield‘ı. Ve her defasında bana başka bir yalnızlık biçimini gösterdi.
Holden, bir anlatıcı olarak hem çok tanıdık hem de çok uzaktır. Konuşma diliyle anlatır hikâyesini; içi dolup taşan bir gencin, neredeyse farkında bile olmadan dile getirdiği öfkesini, kırgınlığını, ironisini okuruz. Ama o cümlelerin arkasında, anlatılmayan bir boşluk vardır: Tutmaya çalıştığı bir dünya, ama ellerinin arasından kayan bir çocukluk.
Roman, adını Holden’ın anlattığı bir fanteziden alır: “Bir çavdar tarlasında çocuklar oynuyor. Ben de bir uçurumun kenarında bekliyorum. Eğer biri uçurumun kenarına fazla yaklaşırsa, onu yakalayıp geri çekiyorum.” Bu sahne, roman boyunca Holden’ın içten içe kurduğu, ama kimseye tam olarak anlatamadığı hayat rolünün sembolüdür: Tutan kişi olmak. Korumaya çalışan. Kurtarmaya çalışan. Ama asıl ironik olan, romanın hiçbir yerinde Holden’ın gerçekten birini kurtaramamasıdır. Belki de en çok kendisini bile kurtaramamasındadır mesele.
Holden’ın bu derin arzusu, bir anlamda büyümeyi reddetmenin şeklidir. Yetişkinlerin dünyası ona “sahte” görünür. Yüzeyde, bu sahtecilikten tiksinir. Ama derinde, aslında oraya ait olamayacağını hissettiği için tiksintiyle kamufle eder korkusunu. Bu yüzden okuldaki arkadaşlarını sevemez, ailesine yakın hissedemez, kimseden gerçekten bir bağ kurarak yardım isteyemez. Çünkü bağ kurmak, kırılma riskini göze almaktır. Oysa Holden zaten kırılmıştır.
Roman boyunca Holden’ın kentte dolanışı, geçmişine tutunma çabasıyla şekillenir. Kız kardeşi Phoebe’ye duyduğu saf sevgi, ölen kardeşi Allie’ye dair anıları, müzeye duyduğu nostalji… Hepsi bir tür direniştir: Zamanın geçmesine, çocukluğun yitip gitmesine, değişimin acısına karşı bir direniş. Ve en sonunda, Holden o çavdar tarlasındaki uçurumu kendi içinde taşır. Düşmekten korktuğu kadar, tutulamamaktan da korkar aslında.
Bana kalırsa Çavdar Tarlasında Çocuklar, büyümeyi reddeden bir gencin hikâyesi değil. Büyümeye hazır olmayan, ama artık büyümekten başka şansı kalmamış bir çocuğun içli, sarsak, yalın ağıtıdır. Salinger, Holden’ın sesiyle yalnız bir kuşağın—ve her kuşağın içindeki yalnız bireyin—ruhsal çatlağını yakalamıştır.
Yalnızlık, bu kitapta süslü kelimelerle anlatılmaz. Holden’ın sürekli konuşması, çoğu zaman o yalnızlığın gürültülü bir örtüsüdür. Gülünç şeyler anlatırken bile acı akar satırların arasından. Çünkü onun derdi, sadece kendisiyle değil. Dünyayla. Kurallarla. Yetişkinlikle. Tüm o “normal” görünen yapaylıklarla. Ve bu yüzden, Çavdar Tarlasında Çocuklar, yalnızca bir gençlik romanı değil; başkalarının sahiciliğini sorgularken kendi yarasını taşıyan herkes için yazılmış bir iç monologdur.
Bugün dönüp tekrar okuduğumda şunu fark ediyorum: Holden hâlâ aynı yerde duruyor. O çavdar tarlasında. Ve bazen, onun tuttuğu çocuklardan biri belki de biz oluyoruz. Büyümekten yorulan, kırılmaktan çekinen, hayatın uçurumuna çok yaklaşan biz. Ve birinin bizi tutmasını çok isteyen…
Çavdar Tarlasında Çocuklar
J.D. Salinger
Çev. Coşkun Yerli
YKY
200 sayfa
Yazar: Misafir Köşesi –
Yayın Tarihi: 11.08.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 30.07.2025 16:27