Sedef Ertekin – Bir Dilim Praluline, Bir Bardak Çikolata ve Paris’in Bambaşka Ritmi

Paris’te yürümek başlı başına bir ayrıcalık. Ama bu şehri adımlarken elinizde bir kruvasan, gözünüz vitrinlerde dizilmiş rengarenk makaronlar varsa… işte o zaman Paris, hayal olmaktan çıkıp damağınıza kazınan bir anıya dönüşüyor.
Yıllardır yolum Paris’e düştükçe bir şey fark ettim: Bu şehirde sadece müzelerin ya da tarihi yapıların değil, tatlıların da izini sürmek mümkün. Hatta öyle ki, Paris’te tatlılarla geçen bir gün; klasik bir turistik geziden çok daha etkileyici olabilir. Çünkü Paris, tatlının başkentidir. Ve bu şehri gerçekten tanımak istiyorsanız, vitrindeki o narin minik tartlar size çok şey anlatır.
Rotaya nereden başlanır derseniz, cevabım her zaman Marais olur. Hem yürünebilir hem de keşfedilebilir bir semt. Günün ilk ışıklarıyla Une Glace à Paris‘e uğramak, hem damağa hem de duyulara bir tür merhaba gibidir. Orada sıradan bir vanilya yerine kahveli karanfilli, yabani rezene polenli ya da havuçlu bir dondurma seçin. Paris’in sıradan olmayan tatları ancak böyle ortaya çıkar zaten.
Bir sonraki durak Bontemps olmalı. Minicik tartları, mevsime göre değişen tatları ve çay eşliğinde geçirilen sessiz bir mola… Paris’te zaman durmaz ama tatlılar sayesinde yavaşlar. Maison Aleph ise bambaşka bir hikaye anlatır. Orta Doğu’nun dokusunu Paris’in zarafetiyle buluşturur. Kadaifin üstüne sürülen bir parça portakal çiçeği kreması, doğuyla batının arasına sıkışan en tatlı köprü olabilir.
Sonrasında yolunuzu Yann Couvreur’a, Pierre Hermé’ye ya da Fred’in “merveilleux” dolu vitrini önüne düşürmeniz kaçınılmazdır. Biri uyuyan tilki şeklinde çikolatalar yapar, diğeri eklerin lezzetle dansını sunar. Paris’te tatlılar bile karakter taşır. Her biri bir hikaye anlatır, her biri farklı bir duygunun içinden geçer.
Ve elbette Stohrer. 1700’lü yıllardan bugüne ulaşan bu pastane, zamanın tadını da saklamış gibi. Baba au Rhum ya da Paris Brest yediğinizde, sadece bir tatlı değil, birkaç yüzyıllık geleneği de sindirmiş oluyorsunuz.
Paris’te tatlı yemek bir keyiften öte, bir ritüel. Angelina’da içilen o meşhur sıcak çikolata, Poilâne‘den alınan sade bir sablé, Mokonuts’tan seçilen bir kurabiye ya da Praluline ile başlanan bir sabah… Hepsi ayrı bir katman ekliyor bu tatlılı Paris haritasına.
Peki bu yolculuk sadece yemekle mi kalmalı? Elbette hayır. La Cuisine Paris gibi atölyeler sayesinde kendi kruvasanınızı yoğurabilir, kendi makaronunuzu sıkabilir, hatta eve döndüğünüzde Paris’i tekrar mutfağınıza çağırabilirsiniz. Çünkü bazı şehirler sadece gezilmez, yaşanır. Paris, onlardan biri.
Ve belki de en güzel yanı şu: Paris’te tatlı peşinde olmak, yaşama biraz daha tatlı bakmanın en keyifli yoludur. Tıpkı sokak köşesinde karşınıza çıkan, üzeri incelikle şekerlenmiş bir chouquette gibi… Beklenmedik ama çok yerinde.